
İmmünosupresif Tedavi
İmmünsüpresif tedavi bağışıklık sistemini baskılayarak organ reddi veya otoimmün hastalıkların tedavisinde önemli bir rol oynar. Bu tedavi yöntemi kortikosteroidler kalsinörin inhibitörleri mTOR inhibitörleri ve biyolojik ajanlar gibi çeşitli ilaçların kullanımını içerir. İlaçlar bağışıklık hücrelerinin aktivitesini azaltarak bağışıklık yanıtlarını önler ve hastalıkların ilerlemesini durdurur. Ancak uzun süreli kullanımı enfeksiyon ve kanser gibi ciddi riskler taşıyabilir. Bu yüzden tedavi sürecinde olası yan etkileri en aza indirmek büyük önem taşır. Tedavinin amacı bağışıklık sistemini güvenli bir şekilde baskılamaktır.

Doç. Dr. Mahmut Bakır Koyuncu
Mersin doğumlu, YKAL mezunu. 2011 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun olmuştur. İç Hastalıkları anadal ve Hematoloji yandal eğitimlerini Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesinde tamamlamıştır. 2008 yılında MD Anderson Cancer Center’da moleküler biyoloji ve genetik alanında çalışmış, 2020 yılında New York Presbyterian Hospital’da kemik iliği nakli ve hücresel tedaviler ünitesinde çalışma imkanı bulmuştur. Türkiye’ye döndükten sonra sırasıyla Mersin Şehir Hastanesi ve Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesinde çalışmıştır. 2022’de Hematoloji alanında Doçent Doktor unvanı almıştır. Temmuz 2023’ten beri Mersin Medical Park Hastanesinde çalışmaktadır.
İmmünosupresiflerin Ana Türleri Nelerdir?
İmmünsüpresif tedavide kullanılan ilaçlar etki mekanizmalarına göre sınıflandırılır ve organ reddini önlemek veya otoimmün hastalıkların tedavisinde etkili olur. Bu ilaçlar bağışıklık sistemini baskılayarak hastalık ilerlemesini yavaşlatır ve bağışıklık tepkilerini kontrol altına alır.
- Kortikosteroidler: Bağışıklık hücrelerinin aktivitesini baskılayan güçlü anti-inflamatuar ajanlardır. Genellikle tedavinin başlangıcında tercih edilirler. Yüksek kan şekeri ve hipertansiyon gibi yan etkiler görülebilir.
- Kalsinörin İnhibitörleri: T hücrelerinin aktivasyonunu engelleyerek organ reddini önlemede kullanılırlar. Takrolimus ve siklosporin bu gruba girer. Bu ilaçlar nefrotoksisite ve nörolojik yan etkiler gibi sorunlara yol açabilir.
- Antiproliferatif Ajanlar: T ve B hücrelerinin çoğalmasını durdurarak bağışıklık tepkisini kontrol ederler. Mikofenolat mofetil ve azatioprin gibi ilaçlar bu kategoride yer alır ve transplantasyon ile otoimmün hastalıklarda etkilidir.
- mTOR İnhibitörleri: Hücre çoğalmasını düzenleyen mTOR proteininin baskılanmasını sağlayarak bağışıklık sistemini kontrol altına alırlar. Sirolimus özellikle böbrek nakillerinde sıkça kullanılır.
- Biyolojik Ajanlar: Belirli bağışıklık hücrelerini hedefleyen monoklonal antikorlar içerirler. Daklizumab ve Muromonab-CD3 gibi ilaçlar transplant reddini önlemede önemli rol oynar.
İmmünosupresif Tedavi Ne Zaman Gereklidir?
İmmünsüpresif tedavi bağışıklık sisteminin aşırı aktif olduğu durumlarda hayati önem taşır. Bu tedavi özellikle otoimmün hastalıklar organ nakilleri ve bazı kanser türlerinde uygulanır. Otoimmün hastalıklarda bağışıklık sistemi sağlıklı dokulara zarar verir. Bu durumda immünsüpresif ilaçlar bağışıklık yanıtını baskılar ve hastalığın seyrini yavaşlatır. Özellikle romatoid artrit lupus ve Crohn hastalığı gibi rahatsızlıklarda bu tedavi yaygın olarak kullanılır. Fakat tedavi bazı hastalıklarda doku hasarını tamamen geri döndüremeyebilir.
Organ nakillerinde immünsüpresif tedavi vücudun nakledilen organı reddetmesini önlemek için kritik bir rol oynar. Bağışıklık sistemi nakledilen organı yabancı olarak tanır ve ona saldırma eğilimi gösterir. Bu saldırıyı önlemek için kullanılan ilaçlar T hücrelerini baskılar ve organ reddini engeller.
Bazı kanser tedavilerinde de immünsüpresif ilaçlar önemli yer tutar. Özellikle kemik iliği nakli gibi durumlarda bağışıklık sisteminin düzensizliğini kontrol altına almak için immünsüpresyon gereklidir. Bununla birlikte uzun süreli immünsüpresif tedavi bağışıklık sisteminin kanserli hücreleri temizleme yeteneğini azaltabilir. Bu durum tedavi sürecinde dikkatle ele alınmalıdır.
*En iyi şekilde geri dönüş yapabilmemiz için tüm alanları doldurmanızı öneririz.
İmmünosupresif Tedavinin Potansiyel Yan Etkileri Nelerdir?
İmmünosupresif tedavi hastaların sağlık durumunu iyileştirirken bazı potansiyel yan etkilere de yol açabilir. Bağışıklık sisteminin baskılanması nedeniyle enfeksiyon riskinde belirgin bir artış görülür. Bu durum hem hafif hem de ciddi enfeksiyonların gelişme olasılığını yükseltir. Ayrıca uzun süreli tedavi gören kişilerde cilt sorunları sıkça gözlemlenir ve akne kızarıklık gibi rahatsızlıklar yaşanabilir.
Bir diğer yaygın yan etki ise sindirim sistemi üzerinde meydana gelir. Özellikle mide bulantısı kusma ve karın ağrısı gibi gastrointestinal sorunlar ortaya çıkabilir. Daha ciddi vakalarda ülser ve kanama riski oluşabilir. Tedavi sırasında kemik iliği baskılanması da görülebilir bu da kan hücresi üretiminde azalma ve dolayısıyla anemi ve enfeksiyon riskini artırır.
Yaygın Yan Etkiler:
- Enfeksiyon riskinde artış
- Akne ve cilt sorunları
- Gastrointestinal sorunlar
- Kemik iliği baskılanması
Daha ciddi komplikasyonlar arasında kardiyovasküler riskler yer alır. Özellikle kalsinörin inhibitörleri uzun vadede yüksek tansiyon ve kalp hastalığı riskini artırabilir. Ayrıca böbrek ve karaciğer toksisitesi belirli immünosupresanlarla tedavi gören hastalarda sıkça karşılaşılan problemlerdir.
Ciddi Komplikasyonlar:
- Kardiyovasküler riskler
- Organ toksisitesi
- Artan kanser riski
- Nörolojik etkiler
- Akciğer komplikasyonları
- Endokrin ve metabolik yan etkiler
İmmünosupresif Tedavi Organ Naklini Nasıl Etkiler?
İmmünosupresif tedavi organ naklinin başarısında hayati bir rol oynar ve vücudun nakledilen organı reddetmesini önlemek için kullanılır. Tedavi süreci genellikle üç aşamadan oluşur: indüksiyon tedavisi idame tedavisi ve anti-rejeksiyon tedavisi. Bu aşamaların her biri farklı immünosüpresif ilaçların kullanımını gerektirir ve bağışıklık sisteminin aktivitesini bastırmayı hedefler.
İndüksiyon Tedavisi İndüksiyon tedavisi nakil sonrası erken dönemde güçlü bir bağışıklık baskılaması sağlayarak organ reddini önlemeyi amaçlar. Nakil sırasında veya hemen sonrasında uygulanır ve yoğun bir immünosüpresyon sağlar. Yaygın olarak kullanılan ajanlar şunlardır:
- Antitimosit globulin (ATG): T hücrelerini tüketerek organ reddini önler.
- Basiliximab: IL-2 reseptörünü hedef alarak T hücresi aktivitesini baskılar.
- Alemtuzumab: Özellikle yüksek riskli hastalarda T hücrelerini agresif şekilde azaltır.
Bu tedavi genellikle birkaç gün ila hafta boyunca devam eder ve hızlı bir bağışıklık baskılaması sağlar.
İdame Tedavisi İndüksiyon tedavisinin ardından idame tedavisi uzun vadeli bağışıklık baskılaması sağlamak için uygulanır. Amaç organın işlevini korurken bağışıklık sistemini kontrol altında tutmaktır. Farklı ilaç sınıflarından oluşan kombinasyonlar genellikle kullanılır. Yaygın olarak tercih edilen ilaçlar şunlardır:
- Kalsinörin inhibitörleri: (Takrolimus siklosporin) T hücresi aktivasyonunu engeller.
- Antimetabolitler: (Mikofenolat mofetil) DNA sentezini durdurarak bağışıklık hücrelerinin çoğalmasını önler.
- mTOR inhibitörleri: (Sirolimus) T hücresi çoğalmasını bloke eder.
- Kortikosteroidler: (Prednizon) geniş bağışıklık baskılaması sağlar ancak zamanla dozajı azaltılır.
Bu ilaçlar sinerjik olarak çalışarak organın vücut tarafından kabul edilmesini destekler.
- Anti-Rejeksiyon Tedavisi bazı hastalar indüksiyon ve idame tedavisine rağmen akut organ reddi yaşayabilir. Bu durumda daha agresif bir anti-rejeksiyon tedavisi devreye girer. Kullanılan ilaçlar genellikle indüksiyon tedavisindekilerle benzer olup daha yüksek dozajlarda uygulanır.
Detaylı bilgi ve randevu için iletişime geçin!
İlaç Dozlarını Aksatmanın Riskleri Nelerdir?
Transplant hastalarında ilaç dozlarının aksatılması ciddi sonuçlar doğurabilir ve organ reddi riskini artırabilir. Bu ilaçlar bağışıklık sistemini baskılayarak nakledilen organın korunmasına yardımcı olur. Tek bir dozun bile atlanması kandaki ilaç seviyelerinin düşmesine neden olabilir ve bu durum akut organ reddine yol açabilir. Akut reddetme hızlı tedavi edilmediği takdirde organın işlevini kaybetmesine ve organ yetmezliğine neden olabilir.
Ayrıca tedaviye sürekli olarak uyulmaması veya tekrarlanan doz atlamaları daha da ciddi sonuçlar doğurabilir. Nakledilen organın işlevi zamanla bozulabilir ve geri döndürülemez hasarlar ortaya çıkabilir. Bu durumda hastanın yeniden nakil olma ihtimali artar ve sağlık durumu daha da kötüleşebilir. Kronik reddetme ve fibroz gibi uzun vadeli komplikasyonlar da tedaviye uyulmamasının sonuçları arasında yer alır.
Tedaviye uyulmadığında hastaneye yatışlar ve sağlık masrafları da artar. Aynı zamanda ölüm oranları tedaviye uyum göstermeyen hastalarda daha yüksektir. Unutkanlık ilaç programının yanlış anlaşılması veya psikolojik stres gibi faktörler tedaviye uyumun bozulmasına neden olabilir.
Tedaviye uyumu artırmak için bazı stratejiler faydalı olabilir:
- Elektronik hatırlatıcıların kullanılması
- Tedavi rejimlerinin basitleştirilmesi
- Çok disiplinli bakım ekiplerinin devreye sokulması
Nakil veya Otoimmün Hastalık Alevlenmesinden Sonra İmmünosupresif Tedavi Durdurulabilir mi?
Nakil sonrası hastalarda organ reddini önlemek için çoğu zaman yaşam boyu immünosupresif tedavi gereklidir. Bununla birlikte bazı deneysel protokoller belirli koşullar altında immünosupresif ilaçların azaltılmasına veya tamamen kesilmesine olanak tanıyabilir. Örneğin donörden alınan kök hücre infüzyonlarıyla hastaların immün tolerans geliştirmesi sağlanarak immünosupresif ilaçların dozları düşürülebilir. Ancak bu tür yöntemler hala sınırlı kullanım alanına sahiptir ve dikkatle uygulanması gereklidir.
Karaciğer nakli gibi bazı nakillerde komplikasyonlar ortaya çıktığında immünosupresif ilaçların dozları azaltılabilir. Özellikle kalsinörin inhibitörleri gibi ilaçlar azaltılarak organ reddi riski düşük olan hastalarda yan etkiler yönetilebilir. Yine de immünosupresif tedaviyi tamamen kesmek genellikle riskli kabul edilir ve yalnızca özel durumlarda denenir.
Otoimmün hastalıklarda ise remisyon döneminde immünosupresif tedavi kademeli olarak azaltılabilir. Örneğin prednizolon gibi ilaçların dozu yavaş yavaş düşürülerek hastalığın yeniden aktive olması engellenebilir. Ancak bu ilaçları tamamen kesmek dikkatle planlanmalı ve sürekli doktor gözetimi altında gerçekleştirilmelidir.
Sıkça Sorulan Sorular
İmmünosupresif tedavi hangi hastalıklarda uygulanır?
İmmünosupresif tedavi, romatoid artrit, sistemik lupus eritematozus, multiple skleroz gibi otoimmün hastalıklar, organ nakillerinde reddi önleme ve kök hücre nakli sonrası gelişen graft-versus-host hastalığının tedavisi için uygulanır. ABD’de yetişkinlerin yaklaşık %6,6’sı immünosupresif durumdadır; bu oran kadınlarda %7,9, erkeklerde %5,2’dir. İmmünosupresif ilaçların kullanımı zamanla artış göstermiştir. Ancak bu tedaviler enfeksiyon riskini artırabilir; Örneğin immünosupresif tedavi alan bireylerde ciddi solunum yolu enfeksiyonu oranı 100.000 kişi-yıl başına 1.398’dir. Ayrıca bazı immünosupresif ilaçlar kanser insidansı üzerinde etkili olabilir; ilaca ve hasta grubuna bağlı olarak bu risk artabilir veya azalabilir.
Enfeksiyon riskini azaltmak için hangi önlemler alınmalıdır?
İmmünosupresif tedavi sırasında enfeksiyon riskini azaltmak için tedavi öncesinde tüberküloz, hepatit B ve HIV gibi gizli enfeksiyonlar taranmalıdır. Grip ve pnömokok enfeksiyonlarına karşı aşılar, tedavi başlamadan önce yapılmalı ve bağışıklık sisteminin yanıt verebilmesi için zaman tanınmalıdır. Sulfametoksazol-trimetoprim gibi antibiyotiklerin profilaktik kullanımı, HIV dışı hastalarda Pneumocystis jirovecii pnömonisi oranlarını %85, mortaliteyi ise %87 oranında azaltmaktadır. Enfeksiyon belirtileri için düzenli izlem yapılmalı, çünkü immünosupresif tedaviler fırsatçı enfeksiyonlara yakalanma riskini artırarak morbidite ve mortaliteyi yükseltmektedir. Enfeksiyon önleme kılavuzlarına sıkı uyum sağlanmalıdır, çünkü çeşitli tıbbi branşlarda bu konuda tutarsızlıklar gözlenmiştir. Bu stratejilerin uygulanması, immünosupresif tedaviye bağlı enfeksiyon risklerini azaltmada etkilidir.
Tedavi sırasında aşılar güvenli midir?
Aşılar, immünosupresif tedavi gören hastalar için genellikle güvenlidir ancak etkinlikleri azalabilir. Danimarka’da yapılan bir çalışmada, immünosupresif tedavi görenlerde mRNA aşılarının iki dozundan sonra COVID-19 enfeksiyonu riski %35 artmıştır. İngiltere’de immünosupresif bireylerin %93,7’si en az bir COVID-19 aşı dozu, %80,4’ü ise üç veya daha fazla doz almıştır. İmmünosupresif bireylerde, ikinci ve üçüncü dozlardan sonra COVID-19’a bağlı hastaneye yatışlara karşı aşı etkinliği sırasıyla %78 ve %91 bulunmuştur. Bir çalışmada, immünosupresif hastaların tamamının mRNA aşısı sonrası SARS-CoV-2 antikoru geliştirdiği ancak IgG düzeylerinin sağlıklı bireylerden düşük olduğu (2053’e karşı 2685 bağlayıcı antikor birimi/mL) rapor edilmiştir. Bir başka çalışmada, bağışıklık sistemi ile ilgili inflamatuvar hastalıklara sahip aşılı bireylerde ciddi COVID-19 vakalarının yalnızca %2 olduğu ve ölüm bildirilmediği belirtilmiştir. Üç dozluk aşılama stratejisi, bu hastalarda iki doz aşı yapılan sağlıklı bireylerle benzer güçlü antikor tepkileri sağlamıştır. Bununla birlikte, mikofenolat mofetil ve rituksimab gibi bazı immünosupresanlar SARS-CoV-2 aşılarına karşı antikor tepkisini azaltabilir. Genel olarak, immünosupresif hastalar için aşılar güvenli olsa da koruma düzeyinin yeterli olduğundan emin olmak için ek dozlar veya antikor seviyelerinin izlenmesi gerekebilir.
İlaçların uzun vadeli yan etkileri nelerdir?
İmmünosupresif tedavi ilaçlarının uzun vadeli kullanımı şu yan etkilere neden olabilir: Artan enfeksiyon riski: Bağışıklık sisteminin baskılanması, Pneumocystis jirovecii gibi fırsatçı enfeksiyonlara ve herpes zoster gibi virüslerin yeniden aktifleşmesine yol açabilir. Kanser riski: Özellikle cilt kanserleri ve lenfomalar gibi malignitelerde artış görülür. Kardiyovasküler sorunlar: Yüksek tansiyon ve diğer kalp-damar komplikasyonları ortaya çıkabilir. Kemik sağlığı: Kemik mineral yoğunluğu azalabilir ve osteoporoz ile kırık riski artabilir. Metabolik değişiklikler: Kilo artışı, diyabet ve lipid anormallikleri sıkça görülen yan etkilerdir. Organ toksisitesi: Bazı ilaçlar nefrotoksisiteye yol açarak böbrek hasarına neden olabilir. Yan etkileri yönetmek için düzenli izleme ve koruyucu önlemler şarttır.
İmmünosupresif tedavi süresi nasıl belirlenir?
İmmünosupresif tedavinin süresi, hastanın durumu, nakil türü, reddetme riski ve tedaviye verilen bireysel yanıt gibi faktörlere bağlı olarak belirlenir. Örneğin organ nakli yapılan hastalarda greft reddini önlemek için genellikle ömür boyu immünosupresif tedavi gereklidir ve tedavi yoğunluğu zamanla ayarlanır. Otoimmün hastalıklarda ise tedavi süresi, hastalığın aktivitesine ve remisyon durumuna bağlıdır; bazı hastalar uzun süreli tedaviye ihtiyaç duyarken, bazıları doktor kontrolünde tedaviyi azaltabilir. Enfeksiyonlar ve malignite gibi riskleri dengelemek için düzenli takip ve bireysel değerlendirme esastır.